1 Ekim 2009 Perşembe

İLK KURŞUN GAZETESİ

Bienal Açılımı (2)

Lale Şıvgın

29 Eylül 2009

ÖNCEKİ yazımda 11. İstanbul Bienali’nde açılım gündeminden faydalanan bazı sanatçıların, sergi alanlarını milli değerlere karşı bir propaganda aracına çevirdiklerini, hatta bazılarının, ayarı kaçırıp işi bölücülük propagandasına götürdüğünü yazmıştım. “Ne Mutlu Türküm Diyene” ifadesinin zorla kabul ettirildiğini varsayan bir video çalışmasından bahsettiğim o yazıdan sonra çok sayıda mesaj aldım. Ancak Bienal’de tartışmalı başka çalışmalar da vardı. Bir başka örnekle devam edelim. *
CANAN Şenol, “İbretnüma” adını verdiği animasyonlu videosunda, Güneydoğulu bir aileye mensup bir kadının hikayesi üzerinden siyasi, dini ve toplusal göndermelerde bulunuyor. Kadının genç kızlık yıllarından, evlenip çocuk sahibi olmasına kadar devam eden bir süreci anlatan video animasyonunda, kadın mutsuz bir evlilik yaşıyor, dahası ilerleyen yıllarda eşi oğlunu taciz ediyor. Ama kadın, yaşanan bu aile içi dram karşısında gözünü kulağını kapatmayı tercih ediyor. Mutsuzluklar ve tatminsizliklerle dolu bu hayatı sürdürmeye devam ediyor. Bu mutsuz kadının hikayesi videoda bir masal gibi anlatılırken, tüketim kültürüne, siyasi ve sosyal dönüşümlere, evlilik ve aile kurumlarına göndermeler ağırlık kazanıyor. Benim takıldığım şey ise, videonun başındaki bir kare. Animasyonda öyle bir kare var ki, sanki kadının hayatındaki tüm sorunların müsebbibi gibi sunulmuş. Videonun başında henüz evlenmemiş olan genç kız annesinden öğütler dinliyor. Annesi, kızına geleneksel kıyafetlerden kurtulmasını öneriyor. Gerekçe olarak da yıllar önce “Kemal’in askerlerinin” köye gelerek kıyafet konusunda nasıl baskı yaptıklarını anlatıyor. Anlatı sürerken, dev ekranda aşağıdaki resim beliriyor. “Kemal’in askerleri” köylülerin çağdaş kıyafetler ya da şapka giymelerini istiyor. Bunun için köylülerin üstünü başını yırtıyor, donunu indiriyor. Köylülere çağdaş kıyafetler giymelerini emreden “Kemal’in askerleri” köylülerin cinsel organlarını bile apaçık ortada bırakarak baskı ve zulüm yapıyor. İşte bu kare, animasyonun devamında dile getirilen toplumsal sorunların, çarpıklığın ve mutsuzluğun müsebbibi olarak sunuluyor.
Can Dündar’a haksızlık etmişiz(!)
BİENAL’DEKİ bu animasyon videoyu izledikten sonra düşündüm de Can Dündar’ın Mustafa filmine ne kadar da haksızlık etmişiz(!) Neden diye sorarsanız cevabı basit. Can Dündar sapık bir babayı ya da eşler arasındaki cinsel sorunları bile Atatürk’e bağlayacak kadar ileri gitmemişti. Dahası, Can Dündar’ın bir tek sponsoru vardı. Oysa Bienal’in yüzlerce destekçisi var. Tek tesellimiz, bienal destekçilerinin bu çalışmaları önceden görmemiş olduğunu ümit etmek olabilir. Ama eğer bu çalışmaları görüp, onaylayarak sponsor oldular ise o zaman vay halimize…
*
PEKİ ne yapacağız? Elbette benzer propaganda ürünleri karşısında Melih Gökçek tavrı takınıp da “Tüküreyim böyle sanatın içine” demeyeceğiz. Bizim alacağımız tavır ancak düşünce ve ifade özgürlüğünün uygulamadaki sınırlarını sorgulamak olacaktır. Mesela şu sorulara cevap arayabiliriz. Eğer bu ülkenin kurucusuna ve milli değerlerine yönelik her türlü hakareti ve saptırmayı hoşgörüyle karşılayacak kadar demokratik bir ülkede yaşıyorsak, neden aynı hoşgörü iktidarın icraatlarını eleştirenlere de gösterilmiyor? Yoksa düşünce ve ifade özgürlüğü, bu özgürlüğü yalnızca milli değerlere karşı kullananların tekelinde mi? Ve bu özgürlükler milli değerleri aşındırmanın bir aracı haline mi geldi?








***************************************************************************************************

Hiç yorum yok: