13 Ocak 2008 Pazar

VİDEO ROAD TO TATE MODERN



Road to Tate Modern 2003

“ROAD TO TATE MODERN” adlı Video-Art Çalışmasının V.Propp’un Göstergebilimsel
Yönteminden Hareketle İncelenmesi

İstanbul Modern Sanat Müzesi’nin açılış sergisinde yer alan az sayıdaki video-art çalışmalarından biri olan, Erkan ÖZGEN ve Şener ÖZMEN İmzalı Road To Tate Modern adlı güncel sanat çalışması; (post)modern zamanlarda sinemasal dile uyarlanmış çağdaş bir Don-Kişot masalı olarak ele alınabilir. Çalışmaya, merkezdeki sanat “mabetlerine” ulaşımın imkansızlığını ve sanatçının traji-komik uğraşısını dramatik bir dille sorunsallaştıran bir eser olarak bakılabilir. Çalışma, günümüz sanat ortamının ve sanatçısının merkez-periferi ekseninde bir çözümsüzlük ve kısırlık içinde olduğunu da aktarmaktadır ayrıca.
Bu anlatıya ünlü Rus dilbilimci Vladimir Propp’un bugün bütün dünyada kabul görmüş olan halk masallarını çözümleyen göstergebilim yöntemini uygulayarak, çalışmanın arka planında yer alan kapalı söylemi inceleyebiliriz. Propp, masal kişileri diye adlandırdığı kahramanların eylemlerini mercek altına alıp, masallardaki ortak anlatı noktalarını açığa çıkarmıştır. “Propp’un işlevler diye adlandırdığı eylemler, masalların olay örgüsü, anlatı zinciri(anlatı sözdizimi) içinde sürekli varolan öğelerdir. Propp bu eylemleri, kişilerin, masallardaki değişik niteliklere bürünmüş durumlarından soyutlayarak ele alır.”(1) Masallarda toplam olarak 31 işlev saptayan Propp; bunların tümüne olağanüstü masallarda rastlanmasa da, belli bir sıra dahilinde zaman içinde ortaya çıkmaya başladığını söyler. Şimdi Propp’un rehberliğinde Road To Tate Modern’deki işlevleri ve ardından masal kişilerinin eylem alanlarını incelemeye çalışalım.

I. BÖLÜM: Eylemler(İşlevler)
(italik koyu harfle yazılmış sözcükler, Propp’un İşlevler diye nitelendirdiği eylemlerdir.)
Kahramanların yaptığı ilk işlevler biçim değiştirme (takım elbise giymişler ve kravat takmışlardır) uzaklaşma’dır. Bu, aynı zaman da dönüş’ü umut edinen bir gidiş’tir. Biri at sırtında (Don-Kişot) diğeri eşek sırtında (Sanço Panza) iki kahraman yerlerinden yurtlarından ayrılarak uzun bir yol’a koyulmuşlardır. Bir vadi sırtındaki ıssız, patika bir yolda sonu belli olmayan bir güzergahta tehlike’lerle ve kötülük’lerle dolu bir yolculuğa çıkmışlardır. Bu tehlikeli yol, akla hemen yeni bir işlevi getirmektedir: güç iş. Kahramanlarımız güç bir iş için yola koyulmuşlar ve güç bir işi yerine getirme niyetindedirler. Zor doğa koşulları karşısında biraz dinlenme ve yardım isteme gereği duymaktadırlar. Kahramanımızın (Don Kişot) kavurucu sıcağın eziyet verici etkisine ve yardımcısına tepki’si vardır. Yardımcısıyla çatışır, kendisini aldattığından ve yanlış yolda götürdüğünden şüphelenir. Ama suyla karşılaşmaları, işlerin yolunda gideceğine dair bir özel işaret sayılabilir. Bu aynı zamanda Sanço’nun da güven tazelemek adına yüreğine su serpildiği andır. Çünkü efendisinin öfkesi onu cezalandırmak üzeredir.
Durup düşünmek, yeni bir muhasebe yapmak, sıkıntıları kısa da olsa giderme anıdır. Tekrar yola koyulduklarında bir köylüye(umut) rastlarlar, yolu sorarlar (bilgi toplama), kırk gün kırk gece(belirlenmiş zaman) yolda olduklarını söylerler.Ama bir eksiklik vardır, yolu sordukları köylü kültürel yapısı itibariyle yolu asla gösteremeyecek biridir. Köylü’nün gösterdiği yoldan tekrar yola koyulan kahramanlarımız, bir akabeden geçerek yavaş yavaş uzaklaşırlar ama zafer’e (Tate-Modern) ulaşmalarının imkansız olduğunu da ümitsiz surat ifadeleriyle belli edip, bitkin bir ruhla uzaklaşıp yok olurlar.

II. BÖLÜM: Eylem Alanları
Belli başlı İşlev’lerin sıralandığı çağdaş masalımızın ikinci aşamasında bu işlevleri yerine getiren kişilerin, Propp’un eylem alanı diye formüle ettiği ve hemen hemen tüm olağanüstü halk masallarının değişmez temel karakterlerini oluşturan yedi kişinin gösterge çözümlemesini/eylem alanlarını da şöyle sıralayabiliriz.
1.Saldırganın(kötü kişi) eylem alanı: Kötü kişi muhtemelen Tate Modern müzesidir. Eylem alanı, sanat ve sanatçı üzerinde kurduğu buyurgan erktir. Merkezde yer almaktadır ve Post-kolonyal bir anlayışla hareket etmektedir. Periferdeki sanat ve sanatçıya kapalı bir eylemselliğe sahiptir. Merkez dışında yer alan sanat anlayışlarını ve sanatçıyı kendi hegemonik anlayışına uydurmak gibi bir rol üstlenmiştir. Özgür sanatı ve sanatçıyı tutsak etmiştir. Kendi dili en geçerli dildir ve bunu evrenselleştirmek kaygısındadır. Diğer dillere üstten bakmaktadır ve yıkılması gereken bir yel değirmenidir. Bu kanıyı güçlendiren görüşlerden biri Prof. M.Van Hoogenhuyze (İngiltere Kraliyet Akademisi Görüntü ve Ses Bölümü Başkanı) tarafından şöyle dile getirilmektedir: “Avrupa dışından gelen sanatçılar, çok büyük farklılıkların olduğu bir ortamda ortak bir anlatım yakalayabilmek için benzerlikler aramaya ve bu benzerlikleri vurgulamaya başlıyorlar ki; bu yüzeysellik tehlikesini beraberinde getiriyor.”(2) Sanatçı/Eleştirmen Ahu Antmen de bu konuya vurgu yaparak: “AB’nin Doğusu’nda, sanat öğrencileri kendilerini daima Batılı perspektiflere uydurmaya çalışmaktadır.”(3) Demektedir.
2.Bağışçının (sağlayıcının) eylem alanı: Bu eylem alanı belirsizliklerle doludur. Günümüz sanat ortamında özellikle seksenli yıllardan sonra uç veren ve doksanlı yıllarda iyice küratör/galeri ikiliği üzerinden yürümektedir. Sergilenme için bu ikilinin sağlayıcılığı gerekmektedir. Bu ikilinin çevre sanatını törpüleyip takım elbise giydirerek merkeze pazarlama işlevi yüklendiğini işaret edebiliriz. Özendirici bir işleve sahiptir. Neye hizmet ettikleri muğlaktır. Eczacıbaşı Sanal Müzesi Müdürü Haşim Nur Günel Küratörlükle ilgili olarak kendisinin bizzat tanık olduğu bir olaydan yola çıkarak bazı küratörlerin para peşinde olduğunu dile getirmiştir.(4) Fransız kökenli Kanadalı yazar ve eleştirmen Stephen Wright meselenin büyüklüğünü şöyle dile getiriyor: “Sorun, sanatın genellikle küratörün başat kimliği tarafından meşrulaştırılıyor olması. Büyük bir sergi için Harald Szeeman ‘markası’ yeterlidir.” Diyor.(5) Çalışmada bu pek belirgin değilse de kahramanların giyim kuşamından bunu anlamak mümkündür. Küratör/galeri sağlayıcı işleviyle sanatçı üzerinde söz sahibi gibi durmaktadır.
3.Yardımcının eylem alanı: Kurnaz ve sadakatsiz olarak bildiğimiz tarihi roman kahramanı Sanço Panza rolüne bürünmüş modern/çağdaş sanat eyleyeni/sanatçısı (Erken Özgen), ata göre daha küçük ve yavaş olan, savaşta ve çatışmada ağır, işe yaramayan bir taşıma ve yük aracı olan eşeğin sırtında Mir’in (Don Kişot) peşinden giden, ona yol gösteren ve asıl büyük savaşçının/sanatçının ardında belki bir paye alırım kaygısıyla yollarda sıkıntılı bir eşlik etme pozisyonuyla, komutanını bilinçsizce, bazen yanlış yollara da saptırır. Aslında asıl amacı bu sıkıntının bir an önce son bulmasıdır. Ancak Mir’in kararlılığı ve kendine inanmışlığı onu ikna ediyordur. Az da olsa kahramana inanan tek kişi olması kahramanın pozisyonunu güçlendirmektedir. Asıl sanatçı bir şeylerin farkındadır ama bir yanılsama içindedir. Sanatçının tek olması ve kimsenin yardımına ihtiyacı olmaması gerçeği unutulmaktadır. Savaştan kaçmaya her an hazır yardımcı, Mir’in kendisinden emin havasına kapılarak, peşinden sürüklenerek sanatçı kimliğini kazanmak ve dolayısıyla olası çıkarını(dolaşımı) hesaplamaktadır Mir umurunda değildir aslında. Prof. Ali Akay bir başka açıdan konuya yaklaşarak; ülke sanatçılarının ün kazanmaya başladıkları anda insani yapılarından bir şeyler kaybetmeye başladıklarını belirterek: “Bu hız ve yırtıcılık ortamında büyük sergilere katılmaya başlayan bu sanatçıların yavaş yavaş kendi ortamlarına yabancılaştıklarını, o ortamlardan koptuklarını izliyoruz. Sanatçılar da toplum içindeki insanlar gibi, iş pazarlarında iş arayan, iş bulma kurumlarına saldıran ya da tanıdıkları vasıtasıyla iş bulmaya çalışanlar gibi büyük bir kavga içindedirler. Büyük sergilerin içine girmek için mücadele ediyorlar. Büyük sergilere katılan sanatçılar hırs, hınç ve kibir içindedirler.”(6) demektedir
4.Prensenin (aranan kişi) eylem alanı: Uzaklarda aranan prenses, Tate Modern’in tekelinde tuttuğu Dolaşım/ün/sergilenme alanı ve en önemlisi neo-liberalizmin sanat söylemine tutsak edilmiş sanat ve sanatçılardır. Ahu Antmen bu konuyu çarpıcı sorularla irdelemektedir. “Batılı olmayan ülkelerin sanatçıları Batı’da eğitim almanın bir yolunu deneyip bulmak zorundalar mı, merak ediyorum. Batı’da yaşamalı ve ne olursa olsun bu ortamın bir parçası olmaya mı çalışmalılar? Daha büyük bir çemberin parçası olmanın tek yolu bu mu?”(7) Sanatçının biricik uğraşlarından birisi de daha geniş kesimlere ulaşabilmektir. Bu da yel değirmeninde vücut bulan modern/teknolojik üretim, iletişim ve ulaşım araçlarının merkez dışındaki sanatçıdan üretim ve hareket alanını kısıtlayacak derecede uzak tutulup kendisine tutsak edilmesidir. Yel değirmeni sanatçıyı özgün yapısından mahrum bırakmaktadır. Eğer Tate Modern’in hegemonyası yıkılırsa sanatçı daha kısa ve meşakkatsiz bir dolaşım yolu bulabilir. Sanatçının özgünlüğü ve özgür kimliği merkezin elinden kurtarılmalıdır. Çünkü Merkez’den ve sağlayıcıdan onay almamış sanatçı; sanatçı kimliği konusunda şüpheye düşmektedir.
5.Gönderenin eylem alanı: Kendi yerel coğrafyasına sıkışmış bulunan sanatçı kendisini merkeze zorlayan itkiyi/gücü, yine kendisine olan inanmışlığı olarak ele alabiliriz. Yaşadığı yeri, konuştuğu dili ve sanatsal üretimi dünya üzerinde hiçbir değer taşımamaktadır. Ya da orijinalliğiyle bir değer kazanamamaktadır. Ama sanatçı bunun farkındadır ancak çaresizliklerle de iç içedir. Görüntü olarak moderndir (takım elbise) ancak elindeki savaş aracı, ulaşım ve üretim nesneleri modern değildir. Sağlayıcının yaratmış olduğu eylem alanına muhtaç durumdadır. Ancak bunu reddetmeye meyillidir. Kendisine ve sanatına ironik bir bakış gelişmek zorunda kalır. Sanatçı oraya gitmeye kararlıdır. Kendini gönderen kişi kendine olan inancıdır.
6.Kahramanın eylem alanı: Kahramanın(Şener Özmen) eylem alanı, kendini tamamıyla modern sanat mabetlerini yerle bir etmeyi inanç edinmiş merkez dışı sanatçısının inadına yolculuğudur. Sanatı ve sanatçıyı merkezde tutsak etmiş anlayışları/putları elindeki “ilkel” araçlarla (uzun tahta sırık) yıkmak, sanatı ve sanatçıyı(prenses) özgürleştirmek, bir anlamda sevgilisine kavuşmaktır. Sanatla uğraşısı klasik/yerel düzeyde bırakılmış bir coğrafyada bir Don-Kişot misali ortaya çıkmak, yok sayılan üretimi ve diliyle(Kürtçe) başarılı bir sinemasal kurguyla, en moderne karşı en sağlam şekilde durulabileceğini aktarmaktadır.
7.Düzmece kahramanın eylem alanı: Masallarda çevirmiş olduğu bir takım hileli uğraşla bir anda hak etmediği bir başarı elde eden “düzmece kahraman”, dinleyiciyi bir an adalet yerini bulamayacak kaygısına sürükler. Ancak dürüstlük, cesaret ve azim yalancı kahramanın maskesini düşürür ve asıl kahraman hak ettiği zafere/ödüle kavuşur. Çağdaş bir masal olarak ele aldığımız Road To Tate Modern çalışmasında Merkez dışı sanatçıları (Don Kişot) bir düzmece kahramanın eline düşmekten kendini alamamaktadır. Eleştirisini kendi üzerine döndürüp, düzmece kahraman olarak yine merkez-dışı sanatçıyı göstermektedir. Bir sağlayıcının eliyle kendini Don Kişot zanneden sanatçılar türemektedir. Bir galeri veya küratörün göz kırpmasıyla hemen kuşanılıp kaf dağının ardındaki bilinmeze doğru yola çıkılmaktadır. Hatta kendisini Mir zannedip şaşalı bir yaşantı düşleyenlerde çıkmaktadır. Ancak ne yapılırsa yapılsın sanatçıyı var eden, ona destur veren sağlayıcılar var gibi görünmektedir. Burada sanatçı(düzmece sanatçı) piyasaya en çok eklemlenmiş kişidir ve asıl sanatçının çok uzağındadır. Daha önce British Council’in yöneticiliğini yapmış AICA* üyesi H. Meyrie Hughes: “Venedik Bienali yada Documenta gibi büyük etkinliklerde genelde yalnız pazarlamacılarla çalışan, ekonomik sistemin parçası olan sanatçıların gösterildiği çok açıktır.”(8) deyip ortada sanat adına son derece düşündürücü bir durum olduğuna işaret etmektedir. Ali Akay’ın sözlerine atıfta bulunan Roma’da yaşayan Türk Sanatçısı Şükran Moral bu karmaşaya değinip, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Aslında sanatçının hırçınlığı ve yalnızlığı toplumun doksanlı yıllardaki ve şimdiki koşullarıyla ilgili. Kapitalizm bu tür büyük bienalleri gerçekten bir kuvvet gösterisine dönüştürdü. Zavallı küratörler de yaşamak zorundalar. Küratörler, sanatçıları ve başka küratörleri birkaç sene sonra yapacakları etkinliklere yatırım amacıyla çağırmaya çalışıyorlar.”(9) Demektedir. Sanatçı ne yaparsa yapsın neticede düzmece bir şövalyeden öteye geçemiyor. Don Kişot düzmece bir kahramandır. Hayal aleminde yaşayan romantik ve çaresiz bir karakterdir. Çalışmada modern zamanların ilk şaheseri sayılan Cervantes’in Don Kişot’unu seçilmesi tesadüfi olmasa gerek. Sanatçıların, sembolik olarak Tate-Modern düşünden uyanmalarını, ve ayaklarını yere sağlam bir şekilde basmalarını salık vermektedir. Bu da çalışmayı üst üste binen düşünce katmanlarıyla zengin bir boyuta taşımaktadır. Evet gerektiğinde Don Kişot olunabilmelidir ama aynı zamanda gerçeklerle de yüz yüze gelinmeli ve gerçek bir başkaldırışa da sırt dönülmemelidir.
Sanat ortamı ve eyleyiciliğiyle ilgili olarak geçen Nisan ayında ülkemizi ziyaret eden Fransız düşünür Jean Boudrillard’ın Radikal gazetesinde Sarhan Ada’yla yaptığı söyleşide günümüzde galeri mantığına endekslenen sanat camiasının sanat adına hiçbir şey üretemediklerinden dem vurup: “Sanat adına bir şey yok.” Diyebilmektedir.
Neticede bu Video-art çalışmasında Propp’un gösterge düzleminden çok fazla öğe bulunuyor diyebiliriz. Bunun yanı sıra Erkan ÖZGEN&Şener ÖZMEN’in günümüz sanatının ve sanatçısının gidiş yönünü ortaya koyması açısından düşündürücü ve kaygı verici bir çalışma yaptıklarını söyleyebiliriz. Bundan en fazla düşünce payesi çıkarması gerekenlerin elbette sanatçıların bizatihi kendileri olmaları gerektiği imlenmektedir. Ancak bundan pek de umutlu olmadıklarını son sahnede at ev eşeklerini yokuşa sürmelerinden anlıyoruz.


1. Mehmet RIFAT, “Göstergebilimin ABC’ si” Simavi Yayınları, 1992
2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9. “AB’nin Doğusu’nda Küratötlük ve Eleştirmenlik” Beral Madra, Bilgi Yayıncılık, 2004
*AICA: Uluslararası Eleştirmenler ve Küratörler Derneği.

Not: 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, ile numaralandırılan alıntılar 18-20 Eylül 2003 tarihinde Borusan K.S.M ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Dolapdere Kampüsü’nde 8. İstanbul Bienali günlerinde yapılan oturumlardan derlenen ve kitap haline getirilen eserden alıntılanmıştır.


Mahmut KOYUNCU........ 2005



-----------------------------------------------------------

Hiç yorum yok: