26 Eylül 2009 Cumartesi

http://www.cemaat.com/bir-can-kirk-dort-parcaya-mi-bolunur-kirilinca

*******************************************************************************************

Bir Can Kırk Dört Parçaya mı Bölünür Kırılınca?

Ne tarafta, hangi düşüncede olursak olalım olaylara, şahıslara, kurumlara orantısız tepki veren bir toplumuz nitekim! İfratımız ve tefritimiz bile hududu aşıyor yeri gelince. 12 Eylül Darbesinin yıldönümünde bir haber sitesi iki farklı gazeteden biri köşe yazısı, diğeri haber olmak üzere iki alıntı yapmıştı ki bunların altına girilen okuyucu yorumları bahsettiğimiz gibi tepkilerimizde nasıl uçlarda gezdiğimizi gösteriyordu.

O iki alıntıdan biri olan köşe yazısı 12 Eylül’ün ne olduğunu, nasıl olumsuz bir etki yaptığını en can alıcı cümlelerle anlatıyordu; “Co’yu neden bilmeliyim ben? Kaç kadına copla tecavüz edildiğini, insanların fosseptik çukurlarında bekletildiğini, Mamak’ta başlarından aşağıya boşaltılan suyla ayakları buzlu zemine yapışmasın diye zıplayan çıplak adamları niye bilmeliyim? Bi’ deyiversene general, babasının çocuğuna tecavüze zorlandığını niye öğrenmeliydim? İdam sehpalarında adamların kendi taburelerine tekme attığı niye rüyama girmeliydi daha 16 yaşımdayken?”

İşte bu yazının altına girilen yorumlar da en az bu cümleler kadar şiddetli… Yorumcular darbe karşıtı, insan hakları savunucusu, Kürdleri kardeş gören bakışa sahib!

Fakat “16 yaşındaki tutukludan yürek sızlatan mektup” başlıklı haberin yorumlarında ise durum birden tersine dönüveriyor. "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu'na muhalefet yüzünü kısmen kapatmak" suçlarından tam 44 yılla yargılanan K.A.'nın mektubu kısaca şöyle:
"E Tipi Kapalı Cezaevi 12. "Çocuk" koğuşundan yazıyorum. Çocuk yazdım çünkü anayasaya göre 18'inden küçükler çocuktur. Suç işlemeye eğilimi yoktur, suça itilir. Bu yüzden topluma kazandırılmalıdır, diyor. Ve yasalar bana 44 yıl ceza istiyor. Üstelik ağır ceza mahkemelerinde yargılanıyorum. Topluma kazandırılmam için ne kadar güzel bir yöntem değil mi? 61 yaşımda topluma kazandırılmış bir birey olarak mutlu, mesut cezaevi kapısından çıkacağım." İşte bu haberin altında neredeyse söz konusu çocuk ellerine geçse linç edecekler havasını veren yorumcu tepkileri! Yorumculara göre: “15 yaşındaki biri iyiyle kötüyü ayırt edebilecek konumdadır ve ne ceza alırsa hakkıdır; devlete ve polise karşı gelenlere bu az biledir; çocuğun okumak maksadlı Kürtçe dergi isteği ise tam bir faciadır…”

Bu tenakuz, bu ani U dönüş sanki şuna benziyor: meşhur boksör Muhammed Ali Clay Vietnam’a gitmemek için ABD yasalarına isyan ederse kahraman olur, büyük adam/efsane olur; ama mesela bir TC vatandaşı Kore savaşına “neden gideyim ki” deyip gitmemekten yana tavır koyarsa bir anda bölücü/vatan haini/asker düşmanı/korkak damgası yer!

12 Eylül’ün anlatılan insanlık dışı işkencelerine haklı bir tepki gösteren “kamuoyu” neden 16 yaşındaki bir çocuğun kendince haklı şikâyetine kör kalabiliyor hayret! Bu yasalar, sövüp saydığımız o meşum 12 Eylül damgalı değil mi peki? 12 Eylül’ün izlerini silmeden nasıl sivilleşeceğiz, nasıl daha eşitlikçi olacağız?

Madem 15 yaşı 44 yıl ceza alabilmek için yeterli görüyorlar o zaman kanunlar değişmeli. Tam ceza ehliyet yaşı, akl-ı baliğ olma yaşı olan 15'e çekilmeli… İsteyen bir kız 15'inde evlenebilmeli, 15'inde cezası idam olan suçu işleyen bir genç asılabilmeli! Ama eldeki bu kanunlara göre 18 yaş altı çocuktan sayılıyorsa o halde ona göre hüküm verilsin vatandaş farkı gözetilmeden. Eğer gerçekten "insanı yaşat ki devlet yaşasın" öğretisine inanıyorsak...

(Yine aynı gün bir gazetede ama sadece bir gazetede ufak bir haber daha vardı ki bunu da bir dipnot olarak darağacınıza sunuyorum: “Karabulut cinayeti zanlısı C.G. Daha az ceza için 29 Ekim’de 18 yaşına girmeden önce teslim olacak. Ailenin, can güvenliği ve ifadesinin alınmasıyla ilgili talepleri var.”)

Yaşadığım tecrübedir; 18 yaşıma gelmemişken bir resmi binada olay çıkardım. Camları kırıp 4-5 görevli memurla boğuştum, kavga ettim. Batılı oluşum, üniversiteyi kazanmış oluşum onları yumuşattı. Şikâyetçi olmadılar. Olsalardı büyük ihtimal ceza alacak, hapse girecek ve acaib bir "devlet delisi" olacaktım. Şimdi düşünüyorum da galiba kürd olsaymışım beni düşünmeden polise teslim ederler, bir şans daha vermezlermiş. Sonra da bu kanunlarla ve de kanunun adamına göre yorumuyla toplum barışından, sosyal dengeden filan bahsedelim. Birileri pis bir oyun oynuyor, oyuna gelen kobaylar elastiki kanunun önüne düşüyor, gözünü açtığında ise içinde bir kinle yaşamaya başlıyor! Sonuç her iki kesimde de gözünü kan bürümüş insanlar...

Toplumuzun genelinde de eskiden miras olan devletin kutsallığı, devlet adamının dokunulmazlığı algısı vardır. Şunu unutmamak gerekir ki kutsallık Allah ile irtibattan doğar. Bir şeye kudsiyet atfedilecekse onun Allah tarafından kutsal ilan edilip edilmediğine bakılır. Bu bağlamda kutsal olan Kur’an’a, peygambere ve hatta kutsallığın kaynağı Allah’a her türlü hakaretin, sövüp saymanın, tacizin suç olmadığı bir ülkede devlet malının kutsallığı nasıl anlaşılıyor ki en şerefli varlık olan insan ona feda edilebiliyor? Yapılan işi (devlet malına zarar vermeyi/polise taşlı sopalı saldırıyı) asla tasvib etmiyorum ama birisi kutsal(!) devletin kutsal(!) camını kıracak 44 yıl ceza alacak; diğeri bir insanı, bir canı kıtır kıtır kesecek 18 yaş altı olmaktan yararlanıp azamî 14 yılla kurtulacak; birisi peygambere çöl bedevisi, Kur'an'a çöl kanunu diyecek ve alkışlanacak! Sonra biz neyi nasıl savunacaksak savunacağız...

Yorumlar

Robben...

11. uluslararası İstanbul Bienali etkinliğinin katılmcı sanatçılarından Erkan Özgen'in "Robben" başlıklı videosu görülmeye değer bir tema içeriyordu. Video, üç parçalı ayrı görüntüyle, aynı yerde geçiyor; diyarbakır cezaevi! Üç şahsın birincisi cezaevinin kapısında içli bir türkü söylüyor, en fazla 16 yaşında. İkincisi 12 yaşlarında bir çocuk, cezaevinin duvarlarını yıkmaya çalışıyor elleriyle. Üçüncüsü ise cezaevinin duvarına yapıştırdığı Michel Foucault'un resmini taşla indirmeye çalışıyor, o da en fazla 13 yaşında. Üç ayrı resim farklı ama ortak bir acıyı yansıtıyor reflektör misali; içsel her türlü olguya dokunul(a)mayacağını ama hissedilebileceğini...

Birbirine paralel güzel konular seçmişsiniz. Çok incelikli bir yazı olmuş, teşekkürler...

Not; "Robben" ismi 17. yüzyılın sonunda beri Güney Afrika'da çeşitli hollanda kolonilerindeki tutukluları yalıtmak için kullanılan Robben adasına gönderme yapıyor.








******************************************************************************************

Hiç yorum yok: