1977 yılında Diyarbakır’da doğan sanatçı, ağırlığı fotoğraf alanında olmak üzere, video ve performans alanlarında da üretimler yapıyor. Ulusal ve uluslararası pek çok güncel sanat sergisine 2003’ten bu yana Diyarbakır’dan katılım sağlayan Cengiz Tekin, fotoğraf çalışmalarında travma sonrasının mahrem ve yarı-açık mekânlarında gizli, saklı, örtük “ruh ve beden halleri” üzerinden ironik-eleştirel imgeler, kurgular, kırılmalar ve göndermeler inşa ediyor. Çalışmalarının merkezine yerleşen “mizahi” referanslar, “kayıt-dışı” yaşam ve sanat pratikleriyle birleştiğinde, ortaya “gerçek-dışı”, bununla birlikte “absürd” sayılabilecek sahneler çıkıyor, ancak bu gerçek-dışı’lık ve absürdlük ilişkilenmeleri, Nietzcshe’nin ajitatif balyozu gibi, eline geçirdiği her şeye (toplum, iktidar, yerellik, sanat, bu-oluş, şu-oluş vs.) iniyor; vurup, dağıtıyor epeydir aydınlatmayan fanusları. “Sanatçının Sözde Portresi”, Şener Özmen’in küratörlüğünde gerçekleşiyor bu aynı zamanda Cengiz Tekin’in Diyarbakır’daki ilk kişisel sergisi.
&
"Subjektif olarak yaşadığım, nefes aldığım ama bir aidiyet biçimi değildir kimliklerim”.
Sanatçı olarak gündelik hayatta kurmaya çalıştığın bir duruş mevcutsa eger, kimlikler peşinden gelir cemaatler gibi. Bu karmaşa Kafka’nın Şato’suna giremeyen, çıkışların ve girişlerin karmaşasını yaşayan Bay K’nın travmasıdır, bir coğrafi sıkışmışlık ve sınırlar anlatımının depresif flörtü söz konusudur. Burada beden anlatısı mit ve iktidarın söylem aygıtları tarafından oluşturulurken, kimlik ya da kimlikler denilen lanet, aynı zamanda senin bir gözetim altında oluşunu gösterir. Cemaat ve geçmiş üzerinden izlenen bir beden, şimdi ve gelecek arasına sıkışmış bir oluş, kimliğin moleküler parçalanışı ve kırılmasıdır. Kimlik aslında bu kadar steril değildir, burada devreye aidiyet, yer-yurt, hayali müfredatlar, kaçışlar, mafyalaşma ve travma girer. Kendim olma arzusu, kendime ait olmasada benim kimliklerimi ele verendir. Bana göre hiçbir kimlik doğru kimlik değildir, ya da eksik kimliktir. Bu da bende sanatçı, Kürt ve sanatçı, Diyarbakırlı sanatçı, uluslar-arası sanatçı, Türk ve sanatçı, Türkiyeli Kürt sanatçı, anarşist sanatçı, bağımsız sanatçı, bağımlı sanatçı, genç sanatçı, sanatçı olmayan sanatçı, depresif san-at-çı vs... Kaçış tam da deleuzyen anlamda kaçış çizgisinde olmak-lığı verir ele. Kimlikler karmaşasında içinde sanatçı kimlik yorgunluğunu yaşar boyuna. Oysa sanatçı kaçış üzerinde üretir, makro kimlikten, egemenden, kolonyaldan ondan bundan derken kaçarken sanatçı mikro alanda nefes almaya içindeki marjini daha çok deşip travmayla yüzleşmeye çalışır. Yani bu şey kendini bulmak için nereye gitmen gerektiğinden eminsizlik, (yersiz-yurtsuz oluş ) ile kendinden kaçarken nereye yöneleceğinden emin olmama arasındaki sübjektif yarılmadır(yeniden yer-yurt oluş) . Dolayısıyla burada bilinçdışı kaymalar ile zehirlenmiş dil kimliklerinin şizoid dansı söz konusudur. Yaşama karşı, inandığın değerler sistemine karşı bir mücadele ve müdahale söz konusu ise travma kaçınılmaz olarak orada belirir. Travmayı doğrudan doğruya yaşayan bir kişi olarak -ki bence tüm sanatçıların travma yaşaması gerekliliktir, veyahut sürekli bir travma halinde olmak, ahlaki bir mesele olarak bunun ev ve evsizlik arasında (Adorno) kayan ve oluşan algılarımı ve değerlendirmelerimi etkilediğini bunun yapıtlarıma anlam katmanları sunduğunu düşünüyorum. Kendi yaşam deneyimlerimi yeniden anlamlandıran bu yapıtlar -untitled- yorganlar, sanatın gündelik hayatın içindeki kültürel kodlardan nasıl beslendiğini ve diğer kültürel girişlere meyilli bir tecrübeyi nasıl bir platform olarak görünür kıldığını bize gösteriyor. Doğup büyümenin bilinçte oluşturduğu geçmiş ile aramdaki mesafe ile yüzleşmek üzerinden tekrar parçalanmayi barındırıyor. Yakın tarihte yaşanmış olan herşey benim çalışma alanım içine girer ve benim tecrübe aktarımlarını bir hikâye anlatıcı gibi dokumamı sağlar. Bunlar; aile, birey, kimlik, kimliksizlik, sürekli tekrarlanan kavramlar, travma, biçimli ve biçimsiz ritüeller, terbiyesiz sözler, göç ve yol sıkışması, kitch görüntüler, dolaylı anlatımlar, esnek beden ve yorgan “ben”, uyum ve uyumsuzluk, kültürel çıkmazlar, aynı zamanda bu korkularım, tiksintilerim, hınçlarım, neşeli hallerim ve bedenimde gezen ironidir...
“Zaten yaşadığım yer temsilin ve temsilsizliğin kendisidir."
Cengiz TEKİN 5 Ocak 08
----------------------------&---------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder